You Will Be Fine.
A conversation with Tobias Brust
border_less
3 min. read / scroll down for text in Turkish and German
I would like to start with your photos, you are working on interiors/outdoors and portraits both. Do you have any categorization for your own works? Or do the photos you select from your memory card randomly share a common language or a story? Can you describe what you like to capture in your own artistic approach?
None of my photography work is stored on a memory card. I only shoot 35mm and sometimes medium format film, which is an approach to photography that I consider essential to my work. All the photos that you see are actual physical products, you can touch and smell them, and hold them in your hands, something that you cannot do with a file that only exists on a memory card. This physicality is what brought me to film photography in the first place. There was an incident a few years ago where I grew painfully aware that up until that point the bigger part of my life had only happened online. The (digital) photos I took, the conversations I had, the essays I had written, social interactions through tumblr, etc. - all of that only existed online and was not available to anyone but me. At that point I came to the realization that if all of a sudden I was gone, my whole identity would just be completely erased.
So I would go out with my camera and take photos of images that I liked. During that time I was in a dark place and literally searching for light. Photography became something like a diary for me, a collection of ordinary but beautiful things that existed in my everyday life. Today this is still my main approach to photography. Most of it happens on a subliminal level yet when you take a step back and look at the bigger picture, you will notice a pattern and certain themes that resurface over and over again. Themes such as queerness and queer bodies, the construction of space, how we conserve and inhabit it, what our impact is and where physical space comes into play with modern technology. And as the medium itself and my choice of exhibiting it prompt, questions regarding the whole digital/analog dialog.
I also felt like your photos are related to time and mostly you took photos under daylight, how do you describe your technique and practice? Do you carry your equipment all the time? How's is your preparation process, and maybe you would like to open your own personal history on photograph a bit here too. How did you start, who inspired you as a photo artist?
Right now I live in Germany and one thing that all German cities have in common is that they are aesthetically not the most exciting places. Therefore, I do not always carry my camera with me. Especially in winter when it’s just dark and depressing for days and weeks.
The majority of my non-portrait photos has been taken when I was on vacation. Not only am I then more receptive and in a completely different headspace, I also spend my days walking around from morning to night and that is when I usually shoot the most. With the portraits it’s different. They require much more preparation and I usually try to have a bit of an idea going into it. And that is subject to the space, the person that I’m working with, their expectations and ideas, etc.
As for my inspirations, I draw a lot of creativity from music. One example that I always like to bring up when discussing inspiration is Panda Bear’s LP “Person Pitch”. Although it is hard for me to put into words how exactly it has and continues to inspire my art, it is undeniably my number one source of inspiration when it comes to a piece of art. Everything about it, from the cover art to its overall tone, the samples, its simplicity yet the dazzling wall of sound, the whole story behind its production – just everything. It is such a rich artwork.
Aside from that, what’s shaped me as an artist is most certainly my homosexuality, being introverted and very sensitive, my working-class upbringing, and the detachment from my family. My two favorite photographers are Rodrigo Álvarez from Mexico City and Tess Roby based out of Montréal.
As last, while doing this interview, we are also staying home just like rest of the world. How do you spend this period so far, what are you doing in your own quarantine? Do you have any thoughts on the future?
I’ve been holding up pretty well so far. I feel privileged as I can work from home and my money-job is not affected by the current situation. I’m a bit of a hermit and do not necessarily feel the need to see people on a daily basis, being isolated is therefore not so much of a big deal for me. Usually I work in the mornings, then leave the house, go for a walk, or a bike ride, do some creative work, cook something nice, watch something nice, read something nice, and do some self-care.
As for my thoughts on the future, I’m afraid that what’s happened this year will not really have an effect on how we operate in the future. I’d love to believe that people start questioning capitalism and the exploitative system we live in but once everything is back to normal, I think we will fall back into our old ways. What I am personally taking out of this is that I am in an unbelievably privileged position where I never had to deal with a shortage of some sort, empty shelves at stores, etc. I take it for granted that everything works just fine. It is literally the workers that make the least amount of money and work the longest hours that are the backbone of our society. I hope that I will remember this lesson in the future and that my ways of operating, my consumption behavior, etc. will change accordingly and permanently.
İyi Olacaksın.
Tobias Brust ile sohbet
border_less
3 dakika okuma süresinde
Fotoğraflardan yola çıkarak başlamak istiyorum, dış mekân/iç mekân ve portreler üzerinde çalışıyorsun. İşlerini kategorize ediyor musun? Ya da hafıza kartından seçtiğin fotoğraflar ortak bir dile sahip mi, bir hikâyeyi paylaşıyor mu? Kendi sanatsal yöneliminle neyi yakalamaya/fotoğraflamaya çalıştığını anlatabilir misin?
Hafıza kartında yer alan herhangi bir fotoğraf işim yok. Yalnızca 35mm fotoğraf çekiyorum ve bazen de orta formatlı bir film ile çalışıyorum, bu benim fotoğrafa ilişkin yaklaşımda özellikle benimsediğim bir şey. Gördüğünüz tüm fotoğraflar gerçek fiziksel ürünlerdir, fotoğraflara dokunup koklayabilir ve ellerinizde tutabilirsiniz, yalnızca bellek kartında bulunan bir dosyayla yapamayacağınız bir şey bu. Bu fiziksellik benim fotoğrafçılığa ilgi duymamamı sağlayan şeydi aslında. Birkaç yıl önce, o ana kadar hayatımın büyük bölümünün sadece çevrimiçi olduğunu kavramama sebep olan acı verici bir olay yaşandı. Fark ettim ki, çektiğim (dijital) fotoğraflar, yaptığım sohbetler, yazdığım makaleler, Tumblr yoluyla sosyal etkileşimler vb. bunların hepsi yalnızca çevrimiçi olarak mevcuttu ve benden başka kimsenin kullanımına açık değildi. Bu noktada, birdenbire gitmiş olsaydım, bütün kimliğimin tamamen silineceğini fark ettim.Bu nedenle fotoğraf makinemle dışarı çıkıp beğendiğim görüntülerin fotoğrafını çekmeyi tercih ettim. O zamanlar karanlık bir noktadaydım ve kelimenin tam anlamıyla ışığı arıyordum. Fotoğrafçılık benim için bir günlük veya gündelik hayatımda var olan sıradan ama güzel şeylerden oluşan bir koleksiyon haline geldi. Bugün hala fotoğrafçılığa olan ana yaklaşımım bu. Tabii ki bu bilinçaltı bir seviyede gerçekleşiyor, ancak bir adım geri çekilip daha büyük resme baktığınızda, tekrar tekrar ortaya çıkan bir desen ve belirli temalar fark edeceksiniz. Queer’lik ve queer bedenler, mekânın inşası, onu nasıl koruduğumuz ve yaşadığımız, etkimizin ne olduğu ve fiziksel mekânın modern teknoloji ile nerede oynandığı gibi temalar. Fotoğrafın kendisi ile onu nasıl sergilemeyi seçtiğim ve tüm dijital/ analog diyalogla ilgili sorular.
Fotoğraflarının zamanla ilgili olduğunu da düşündüm ve çoğunlukla gün ışığında fotoğraf çekiyorsun, tekniğini ve uygulamanı nasıl tanımlarsın? Ekipmanını her zaman taşıyor musun? Hazırlık sürecin nasıl, belki burada kendi kişisel geçmişinizi de biraz açmak istersin. Nasıl başladın, fotoğrafçı olarak ilham aldığın sanatçılar kimler?
Şu anda Almanya'da yaşıyorum ve tüm Alman şehirlerinin ortak noktası olan şey, estetik olarak en heyecan verici yerler olmamaları. Bu yüzden kameramı her zaman yanımda taşımıyorum. Özellikle kışın, karanlık ve günler, haftalar boyunca depresif havalar olduğunda.
Portre olmayan fotoğraflarımın birçoğu tatildeyken çekildi. Yalnızca tatillerde daha etkileşime açık ve aynı zamanda tamamen farklı bir düşünce düzeyinde olduğum için değil, aynı zamanda günlerimi sabahtan akşama kadar dolaşarak geçirdiğim için en çok fotoğraf çektiğim dönemler oluyor. Portrelerde durum farklı. Çok daha fazla hazırlık gerektiriyorlar ve genellikle bir fikirle portre çekimlerine başlamaya çalışıyorum. Bu fikir, bir mekâna, birlikte çalıştığım kişiye, beklentilerine ve fikirlerine vb. İlişkin olabiliyor.
İlhamlarıma gelirsek, müzikten çok fazla besleniyorum yaratıcılık konusunda. İlham alırken hep bahsettiğim bir örnek var, Panda Bear’ın LP “Person Pitch”i. Her ne kadar benim sanatıma tam olarak ne kadar ilham verdiğini ve ilham vermeye devam ettiğini kelimelerle ifade etmek çok zor olsa da, eğer bir işten bahsedecek olursak, bu iş tartışmaya açık olmayan şekilde bir numaralı ilham kaynağım. Bu isle ilgili her şey, kapak sanatından genel tonuna, örneklerine, sadeliğine ancak göz kamaştırıcı ses duvarına, üretim sürecinin arka planındaki tüm hikayeye – kısaca her şeyi. Çok zengin bir iş. Bunun yanı sıra, beni bir sanatçı olarak şekillendiren şey, kesinlikle homeseksüellik, içe dönük ve çok hassas olmak, işçi sınıfından gelen ailem ve ailemle ayrılışım.
En sevdiğim iki fotoğrafçı Mexico City'de yaşayan Rodrigo Álvarez ve Montréal'de yaşayan Tess Roby.
Son olarak, bu röportajı yaparken, tıpkı dünyanın geri kalanı gibi evde kalıyoruz. Bu dönemi şu ana kadar nasıl geçiriyorsun, kendi karantinanda ne yapıyorsun? Gelecek hakkında düşüncelerin var mı?
Şimdiye kadar oldukça iyi dayandım. Evden çalışabildiğim için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum ve kişisel ekonomim mevcut durumdan etkilenmiyor. Biraz münzevi biriyim ve insanları günlük olarak görme ihtiyacı hissetmiyorum, bu yüzden izole olmak benim için çok önemli bir olay olmadı. Genellikle sabahları çalışıyorum, sonra evden çıkıyorum, yürüyüş yapıyorum ya da bisiklete biniyorum, yaratıcı bir şeyler yapıyorum, güzel şeyler pişiriyorum, güzel şeyler izliyorum, güzel şeyler okuyorum ve kişisel bakım yapıyorum.
Gelecek hakkındaki düşüncelerime gelince, açıkçası korkarım ki bu yıl olanların gelecekte nasıl çalışacağımızı gerçekten etkilemeyeceğini düşünüyorum. İnsanların kapitalizmi ve içinde yaşadığımız sömürü sistemini sorgulamaya başladığına inanmak istiyorum, ancak her şey normale döndüğünde eski yöntemlerimizin ortasında bulacağız kendimizi yine. Bu süreçten kişisel çıkarımım, inanılmaz derecede ayrıcalıklı bir konumda olduğum, hiçbir sıkıntıyla, mağazalarda boş raflar, vb. mücadele etmek zorunda kalmadığım gerçeği. Her şeyin yolunda işlediğine dair kısmı garantiye almışım, halbuki kelimenin tam anlamıyla en az para kazanan ve yaşadığımız toplumun omurgası olan, en uzun saatler çalışan işçilere borçluyuz bunu. Gelecekte bu dersi hatırlamayı umuyorum ve çalışma şeklim, tüketim davranışlarım vb.’nin buna göre ve kalıcı olarak değişmesini.
İngilizceden Türkçeye çeviri: Asena Doğan
Es wird dir gut gehen.
Eine Unterhaltung mit Tobias Brust
border_less
3 Minuten Lesezeit
Ich würde gerne mit deinen Fotoarbeiten beginnen. Du fotografierst indoor/outdoor und machst auch Portraits. Gibt es eine Art der Kategorisierung, innerhalb der du deine Arbeiten einordnest? Ist es Zufall, dass die Fotos, die du von deiner Speicherkarte auswählst, eine gemeinsame Sprache sprechen oder gar Story erzählen? Und kannst du beschreiben, wie bzw. was du aus künstlerischer Sicht fotografieren möchtest?
Keins meiner Fotos ist auf einer Speicherkarte abgespeichert. Ich fotografiere eigentlich nur analog, meist Kleinbild, ab und zu aber auch Mittelformat, was für mich die grundlegendste Eigenschaft meiner Arbeit ist. Alle Fotos, die man hier so sieht, sind tatsächlich existierende, greifbare Dinge, die man anfassen und riechen kann – etwas, das eine Datei, die nur auf einer Speicherkarte existiert, eben nicht kann. Das war auch damals der eigentliche Grund, wie ich zur analogen Fotografie gekommen bin. Zu dem Zeitpunkt ging es mir psychisch extremst schlecht und als ich darüber nachdachte, wie das wohl aussehen würde, wenn ich plötzlich nicht mehr auf dieser Erde wäre, wurde mir sehr schnell schmerzhaft bewusst, dass sich ein Großteil meines Lebens eigentlich nur noch online abspielte. Von Bildern, die auf irgendwelchen Speicherkarten verstauben, über Chatverläufe, Hausarbeiten und Essays, bis hin zu sozialen Kontakten, und sogar Freundschaften, durch bspw. Tumblr – all das existierte eben nur online und würde für niemanden zugänglich sein, wenn ich mal nicht mehr da sein sollte. Meine ganze Identität wäre demnach komplett augelöscht und für niemanden, v.a. nicht für meine Familie, in irgendeiner Weise nachvollziehbar sein können.
Und so kam es, dass ich dann wieder anfing zu fotografieren. Wie bereits gesagt, war ich in dieser Zeit in einem sehr beängstigenden Gemütszustand und ich wollte einfach festhalten, was ich als schön empfand und was mir Freude brachte. Ein Freund, der selbst auch immer wieder mit schwersten Depressionen zu kämpfen hat, riet mir damals, jeden Abend ein Highlight des Tages aufzuschreiben - was ich dann wiederum anhand meiner Fotografie tat. Fotografieren wurde irgendwo eine Art Tagebuch für mich, in dem ich äußerst gewöhnliche aber für mich eben schöne Dinge festhalten konnte, die ich sowieso auch schon in meinem Leben hatte, aber erst durch diese suizidale Phase zu schätzen lernte. Das ist auch heute noch mein Hauptgedanke, wenn ich fotografiere. In gewisser Weise passiert all das zwar auf einer unterbewussten Ebene, wenn man aber mit etwas Distanz die Fotos in ihrer Gesamtheit anschaut, stellt man hoffentlich fest, dass es eben doch einen roten Faden gibt und die Bilder eine gemeinsame Sprache sprechen. Für mich von besonderem Ineresse sind dabei natürlich queere Leute, und somit queere Körper, die in gewisser Weise einen Raum einnehmen, der uns als queeren Personen gerne abgesprochen wird, und damit auch zusammenhängend so Fragen wie, was ist eigentlich Raum und wie konstruiert man Raum, wie verwenden wir Raum, wie wirkt sich unser Dasein darauf aus, wie gehen wir mit moderner Technik um, und wie es dieses analoge Medium in seiner digitalen Darstellung schon fast erzwingt, auch ganz grundlegend das Verhältnis von analog und digital.
Ich hatte auch den Eindruck einer gewissen Zeitlichkeit in deinen Fotos, und einen Großteil dieser, nimmst du bei Tageslicht auf. Wie beschreibst du deine Vorgehensweise? Hast du deine Kamera immer bei dir? Wie bereitest du dich vor? Und vielleicht könntest du auch deine persönliche Geschichte hinsichtlich der Fotografie kurz anreißen? Wie begann das alles? Wer hat dich inspiriert?
Zur Zeit lebe ich wieder in Deutschland und was alle deutschen Großstädte gemeinsam haben, ist dass sie ästhetisch so überhaupt nicht aufregend sind. Aus dem Grund schleppe ich auch nicht immer meine Kamera mit mir herum. Wenn hier für mehere Wochen im Winter alles grau ist, finde ich auch nur in den seltensten Fällen mal was zum fotografieren.
Der Großteil meiner Nicht-Portraits ist eigentlich im Urlaub entstanden. Ich war die letzten Jahre viel unterwegs und sobald ich in die Sonne fahre, bin ich auch was die Fotos angeht in einer viel offeneren und produktiveren Stimmung. Außerdem bin ich im Urlaub von früh bis spät unterwegs, und hab somit auch viel mehr Chancen etwas interessantes zu fotografieren.
Anders ist das mit den Portraits, da möchte ich einigermaßen gut vorbereitet sein und so ein bisschen mit Konzept dran gehen. Wie das dann wiederum aussieht, hängt natürlich von der Person und deren Ideen und Erwartungen ab, aber auch vom Raum, den Lichtverhältnissen, dem Wetter, usw.
Die größte Inspirtation fur mich ist auf jeden Fall die Musik. Ein Album, was mir immer als erstes In den Kopf schießt, wenn ich nach Inspirationen gefragt werde, ist "Person Pitch" von Panda Bear. Ich weiß zwar nicht genau in welcher Weise mich dieses Album so beeinflusst, aber es ist auf jeden Fall ein Kunstwerk, das mich bleibend verändert hat. Alles daran passt; vom Cover bis hin zur Stimmung, den Samples, diese Einfachheit auf der einen, aber auch dieser Komplexitat und erschlagenden Kraft auf der anderen Seite, bis hin zur Entstehungsgeschichte – einfach alles. Diese halbe Stunde Musik gibt mir so viel und hat mir auch in künsterlischer Hinsicht sehr viel weitergeholfen.
Abgesehen davon bin ich natürlich sehr von meinem Schwulsein, meiner Introvertiertheit und Sensibillität, meiner Arbeiterfamilie, und auch der Distanziertheit zwischen uns beeinflusst. Mein liebster Fotograf ist Rodrigo Álvarez, der in Mexico-City lebt, und meine liebste Fotografin ist Tess Roby aus Montréal.
Und zu guter Letzt, da wir wie der Rest der Welt auch zuhause versauern: Wie gehst du mit der derzeitigen Situation um, wie gesaltest du deine Quarantäne? Hast du Gedanken hinsichtlich der zukünftigen Situation?
Mir geht es bislang eigentlich sehr gut damit, allerdings muss ich auch gestehen, dass ich mich in einer sehr glücklichen Position befinde. Ich arbeite sowieso immer von zuhause aus und mein eigentlicher Job ist in keinster Weise von der jetzigen Situation betroffen. Das heißt ich kann auch weiterhin uneingeschränkt arbeiten und muss mir keine Gedanken um die Kohle machen. Auch bin ich sowieso häufiger sozial isoliert und habe nicht so den großen Drang jeden Tag Leute zu sehen. Natürlich freue ich mich aber auch, wenn das wieder ohne Probleme möglich ist. Meistens arbeite ich am Morgen/vormittags und versuche dann das Haus zu verlassen, setze mich auf mein Fahrrad oder gehe eine Runde spazieren. Danach mache ich dann meist mein kreatives Zeug, koche was, backe was, lese was, Netflix – irgendwas, was mir halt gut tut.
Meine Gedanken hinsichtlich der zukünftigen Situation sind leider ein bisschen ernüchternd. Ich glaube nicht, dass diese Pandemie auf lange Sicht so große Auswirkungen auf unseren Alltag haben wird. Wenn das erstmal alles vorbei und die Normalität wieder eingekehrt ist, fallen wir dann auch schnell wieder in unseren Trott zurück. Auch wenn es natürlich cool wäre, wenn wir Kapitalismus und dieses sehr ausbeuterische System in dem wir leben, kritischer betrachten würden.
Was ich persönlich gelernt habe, ist dass ich mich in einer sehr priviligierten Position befinde. Ich musste noch nie einen Mangel irgendeiner Art erleben. Leere Supermarktregale z.B. - das war das erste Mal in meinem Leben, dass mir etwas nicht zur Verfügung stand - und erst dadurch wurde mir bewusst, dass ich ebendas z.B. immer als selbstverständlich wahrgenommen habe. Alles funktinoiert, alles ist da. Wie man aber jetzt gerade sieht, kann sich das sehr schnell ändern. Unser System ist ein sehr wackeliges Kartenhaus, das zudem noch auf sehr dünnes Eis gebaut wurde. Genauso wichtig ist es zu erkennen, dass es eben die Leute, denen wir dieses "alles funktioniert" zu verdanken haben, die sind, die am Ende des Monats nicht genug Geld verdienen um über die Runden zu kommen. Meinerseits muss diesbezüglich eine ganz andere Wertschätzung stattfinden. Ich hoffe dass sich aus diesen Gedanken bei mir und auch bei anderen, etwas fruchtbares entwickelt und ich mich auch in Zukunft dementsprechend kontrolliere und erinnere.